Yarı Uyanık

"zamanı gelmişti" diye düşünüyordu. parmakları titriyor, siyahtan başka renge yer olmayan o sokakta üstündeki ıslak, kara lekeli paltoya bakıyordu, görmeden. ne tuhaftı, tek bildiği zamanın geldiğiydi, o sadece itaat etmişti.

bir duvar vardı, bir böcek-insan, bir bıçak ve bir kâbus... hepsini birden görmek, her birinin kokusunu ve aciz bırakan gücünü algılamak ve zamanın ne toprağa ne denize ne de göklere benzeyen sonsuzluğunu, sonsuzluğun hükmünü dinlemek fazla gelmişti işte. sokuvermişti bıçağı. kâbusa, böcek-insana ve duvara veda etmişti ama.. ama işte bıçak hâlâ elindeydi ve paltosunda kara lekeler vardı. uyandığında ruhundaki ışığı, ışığın altında kırmızı lekeleri, lekelerin kokusunda kendine nefretini gördü.

ölmüştü ama uyanıktı. aslolan da buydu...