Söyleyecek Çok Şey Var!

Biliyorum, söyleyecek çok şey var fakat yazacak çok az şeye sahibiz. Yıllar önceden aklımıza neler kalıyor ki?

Konuştuklarınızı % kaçını hatırlıyorsunuz?
Duyduklarınızın % kaçını hatırlıyorsunuz?
Gördüklerinizin % kaçını hatırlıyorsunuz?

Yazacak bu kadar az şeyimizin olduğuna inanmazdım. Ama hata bizde belki de unutmadan konuştuklarımızı, duyduklarımızı ve gördüklerimizi blogumuza geçirmemiz lazım. Bloglarla yaşadıklarımızı ve kendimizi anlatıyoruz. Belki de yıllar sonra bizi okuyacakları bir yer olacak. Kesinlikle yazdıklarınızı bir yere not edin. Çünkü her blog servisi gün gelecek kapanacak ve bu kadar emek yok olacak düşünebiliyor musunuz? Belki de kıyamet teorileri uyduruyorum. Ama bana soracak olursanız blog takip etmeyi çok seviyorum. Okumayı haberler edinmeyi ve öğrenmeyi kendini geliştirmeyi belki de seviyorum...(Blog yazarı sandalyesinden düşer)

castro volver amar

Harika bir şarkı buldum. Dinleminizi tavsiye ederim. Bu şarkıyı bulmama sebeb olan Melisa'ya çok teşekür ederim. Dinleyin çok harika bir şarkı kesinlikle sizi sizden alacak... Yorumlarınızı beklerim...



Sıradan Bir gün

Göz yaşları kaç çeşittir? Şöyle bi bakacak olursak hüzün ve mutsuzluk, sevinç ve neşe, bilinmeyen.

Mutsuzsundur kötü günler geçiriyorsundur göz yaşı bezleri daha fazla tutamaz kendini salıverir ıslanır göz altı torbaları.

Peki ya mutluyken? Kupa falan almışsındır ya da emek vermişsindir, bunun karşılığında sevinçten dayanamaz ağlarsın ama yüzün güler bi damlası hüzün için akmaz.

Bu ikisi tamam net ama ya üçüncüsü? Bilinmeyen göz yaşı da neymiş, ne işe yararmış, nasıl çıkarmış?

Ben en son bi geçen gün yaşadım bi de bugün yaşamaya yaklaşır oldum. Okulda öğle arasında kız arkadaşımın dizine başını koyduğumda bilmeden, benden habersiz sessizce dökülmeye başladı. Anlatılmaz bir hafifliği oluyor ama anlamıyorum neden oluyor sanırım fazla doluyor ve sirkülasyonu gerekiyor. Tek hissedilen hafiflemiş ve rahatlamışlık hissi. Ve arada bir gerekiyor sanırım.

Bugün ise az önce boş bi otobüste en arkada kapının basamağına oturdum ayakta durmaya halim kalmadığını anladığımda. Aniden gözlerimde ve göğsünde bi baskı hissettim nedenini bilmediğim bir huzursuzluk vardı. Belki de bir kaç günlük farklı farklı duyguların karşımıydı ani bi baskındı bilmiyorum ama yol boyunca gözlerim yukarı bakmaktan yorulmuştu ve sadece bir dizi arıyordu başım...

Otobüsten inip eve geldiğimde toparlanmıştım ama hissettiğim duygularda güzeldi. Arada bir tazelemek lazım sanırım o suyu ne çok akmalı ne de kullanımsızlıktan bayatlamalı.

Giden Günlerim Oldu


giden gunlerim oldu
seni anmadıgım
yola bakmadıgım hala
dile gelmeden
duslerim yalnızlıga
susmanda yeterdi
son vermem icin hayatıma

tum gullerim soldu
sana atmadıgım
taraf olmadıgım asla
dize gelmeden duslerim yalnızlıga
gulmen de yeterdi geri gelmem için hayata

beni alsalar ipe koysalar
dayanamaz yine kadere salsalar
gonlum arıyor titriyorum bak
sıra gelmeden gidemem ki ben
tutmaz ellerim seni gormeden
zaman geciyor bekliyorum bak(x2)

beni alsalar ipe koysalar
hala titriyorum bak
sıra gelmeden gidemem ki ben
hala bekliyorum bak.

Son zamanlarda dinlediğim en şarkılardan biri çok rahatlatıcı ve huzur verici sizi alıp başka yerlere götürüyor. İçinizden birşeyler alıyor.Hani gönlünüzden birşey kopar ya aynen öyle birşey bu belki de bu şarkı bütün insanların içindeki ortak bir duyguyu hareketlendiriyor. Paraya kıyın ve orjinal albümünü edinin.

Twitter Ne İşe Yarar?( Çok şeye)



Facebook'u faydasız bulup kapatmakla birlikte daha faydalı bir sosyalleşme sitesi aramaya başladım. Aslında aramadım, şans eseri buldum. Msn gibi boğucu olmamalıydı (kişisel kötü anılar), Facebook gibi vakit öldürücü olmamalıydı, sadece arkadaşlarımla iletişim kurmama izin vermeliydi. (Bu konuda hala bloglar bitanemdir, canparemdir.)

Ama arkadaşlarımın, hayatını merak ettiğim insanların büyük kısmı bloglarını uzun aralıklarla güncelliyorlar. Çok azı kişisel günlük olarak kullanıyor. Bunun sebebi de, blogun uzun yazı olanağı vermesi... (Üşenmek Tongue) Anlık olaylar için ise Facebook durum iletisini (şu anda ne düşünüyorsun hedesi) ya da msn durum iletisi kullanılıyor.

Twitter çözebildiğim kadarı ile sadece durum iletisinden ibaret. Foto eklemek yok, dolayısıyla onlara yapılacak yorum yok, komik video yok, "hangi hedesiniz?" testleri yok, eklediğiniz kişilerin kaçının fotolarınıza baktığını bildiren eklentiler ya da bu amaçla açılmış videolar yok. Kişisel tek şey iletileriniz ve onlar da 140 karakterden ibaret. SMS ile tüm arkadaşlarınıza aynı anda "Akşama sinemaya gideceğim, katılmak isteyen?" yazabilmek gibi... Tek kötü tarafı, dileyen herkesin sizi takip edebilmesine izin vermeniz ancak kişisel tek şey iletileriniz olunca, bu çok büyük bir sorun olmuyor.

Henüz keşfedilmemiş, bu açıdan oldukça güzel. Bu daha sömürülmeyeceği anlamına geliyor. Henüz.

Basit İngilizce ile "Twitter ne işe yarar?" videosu.
http://www.youtube.com/watch?v=ddO9idmax0o

Son söz. Gereksiz mi? Belki. Zaman kaybı mı? Olabilir. "Bana ne arkadaşımın o saniye ne yaptığından?!" diye mi düşünüyorsunuz? Bu da bir ihtimal. Ancak şimdilik, alternatifleri arasında en iyisi. Komik video yok diyorum, daha ne diyeyim! xD

Diline Sahip Ol

Bugün Türkçe son derece yoğun bir biçimde baltalanıyor. Evet özellikle forum jargonlarında vs çok yoğun ingilizce var. Yanlış anlama okuyan güzel insan burda lüzumsuz milliyetilik yapmıyorum. Ama sen eğer ileti, gönderi yerine post kullanırsan benim zoruma gider bu.

Oktay Sinanoğlu'nun "Bye-bye Türkçe" isimli kitabını okuyorum. Gerçekten adam çok güzel bi şekilde anlatıyo. Türkçe adına çeşitli çaılşmalar yapmış, yaptırmış bir insan. Kendisi hakkında ben bilgi vermiycem isteyen arar bulur wikipediadan. Ayrıca benimde fikrim şudur ki liseyi üniversiteyi İngilizce okumak Türkçe'ye hakarettir. Türkçe çok daha üstün çok daha kolay kelime türetilen bir dil olmasına rağmen günümüzde birçok kelime İngilizce kullanılmaktadır. Kitapta anlatılanlara göre Türkiyeye bu sistemi getiren adam 1-2 yıl sonra İngiltere Kraliçe'si tarafından kutlanır ve "sör" ünvanı verilir. Bu tamamen bize yapılan bir saldırıdır. Paranoyaklık mı, gerçek mi bilemiyorum fakat bu sistemin aklı başında başka hiçbir ülkede olmaması gerçek olma ihtimalını güçlendiriyor.

Japonlar internet'e internet demiyolar. Ne dediklerini kitapta yazıyodu fakat aramak istemedim. İnternetten baktım fakat bulamadım. Neyse zaten önemli olan adamların dillerine sahip çıkmaları. Bizde örütbağ, genel ağ deniyor fakat sahip çıkan kimse yok.Bazı dil bilimciler Türkçe'nin şu anki halinin normal olduğunu elbette dilden dile sözcük geçişinini olacağını söylüyolardı. Fakat 90 yaşındaki dedemin 7 yaşındaki kardeşimle konuştuğunda kardeşimin bazı kelimeleri anlamaması, beni gerçekten sıkıntılandırdı. O. Sinanoğlu'nun varsayımı şudur ki böyle giderse yakında baba ve oğul birbirlerini anlayamayacak.

Kısaca bir an önce devlet tarafından önlemler alınmalı ve internet kullanan biz gençler daha bilinçlenmeliyiz. Benim bulunduğum ortamlarda türkçe son derece düzgün kullanılıyor. Özellikle noktalama işaretleri, büyük küçük harf vs. son derece düzgün kullanılıyor fakat "Naßér Naßhıyh0shuN" şeklinde kullananlar da var.

Unutmayalım ki dili kurutulmuş, unutturulmuş bir toplumun kültürü de daha fazla var olamaz. Benliğimizi unutmamak için Türkçe'ye sahip çıkalım.

Son olarak Sayın Oktay Sinanoğlu gibi bitirmek istiyorum.

Neredesiniz Atatürk'ün güvendiği öğretmenler?
Neredesiniz kendilerine emanet bırakılmış gençlik?
Neredesiniz kimliğini korumak isteyen inanç sahibi gönül ehli?
Neredesiniz sömürgeciliğe karşıyız diyen solcu gençler?
Neredesiniz Türkçüler, milliyetçiler?
Neredesiniz aydınlar, profesörler, gazeteciler?
Neredesiniz eğitimciler?

Zzzz...

Eğer okunup okunmadığıma dair bana hiçbir yorum gelmiyorsa o zaman istediğim zaman istediğim dili kullanabilirim sanırım.

Kötüye gidiyorum. Geçen gün Aşırı Doz Yanılsama'ya yazdığım yazıyı kopyalayayım:

Geçenlerde cesaret kavramı üzerinde düşünürken şunun farkına vardım: Zayıflıklarımı göstermekten çekinmem, kibirli/gururlu bir hareketten ziyade, zayıf görünmeye karşı beslediğim bir korkunun sonucu. Zayıf olmanın kendisinden bile korkmuyordum zayıflığımın görünmesinden korktuğum kadar. Hatta belki bu yazıyı İngilizce yazmamamın sebebi bile sadece bu karışık cümleleri çevirmeye üşenmem değil?

'Hayattaki problemler' hakkındaki görüşlerden birisi, sorunların birer buzdağı olduğu ve bizim sadece ufak bir kısmını görüyor olduğumuz. Benim için bu geçerli değil, ben suyun altındayım. Sorunlarımın, algıladığımdan çok daha büyük olmadığını biliyorum. Kötü giden şeyleri düzeltmek için imkanlarım var, sadece bu uzun zaman alacak; buzdağı, elinde imkanlar olmayanlar veya imkanları kullanamayanlar için.

Ama söz konusu akıl hastalığı olunca bu sorunu bir çığa benzetiyorum. Ufak, önemsiz bir kartopu yuvarlanıyor ve başka karları devirir. Su damlalarının miktarı bir seli sabit hızla artırırken, bu hız artışı bir çığda ivmeli bir şekilde gerçekleşiyor. Kendimi kötü hissettikçe ya insanlar benden uzak duruyor ya da insanları ben kırıyorum ve onları ben kaçırıyorum. Aylardır kimseyi kırdığımı hatırlamıyorum, ama neden bu kadar yalnızım? Başka 'sağlıklı' insanlar birbirlerini o kadar çok kırarken, küçük düşürürken benim yaptıklarım çok mu fazlaydı?


Aylardır aldığım tedavinin ağırlığı derslerimle ilgilenememe neden oldu, alttan 3 ders almam gerekecek. Bu yaz staj da yapamayacağım, sağlık durumum yüzünden. Ama beni üzen şey başarısızlık değil, hastalığımın hayatımı bu şekillerde etkiliyor olması. Gördüğüm tedavinin ne olduğunu kimseye söylemediğim halde bazen bana hakaret ediliyormuş gibi hissediyorum: "... manyak"!

Akıl hastası olduğum için kaybettiklerimin eksikliği hastalığımı daha da kötüleştiriyor. Hayır... Buna izin vermeyeceğim. İnsanların, arkadaşı olmaktan gurur duyduğu birisiyim, bunu sürdüreceğim.

Açıklamaya Gerek yok

Part 3


Biliyorum bir çıldırış vakası daha beklediniz fakat oyungezer dergimi aldığım için pek birşey beklemeyin. Size part 4 olmayacak demek için bunu belirtmek isterim. Dergimi aldım. Pek birşey olmadı aslında ama rahatladım. Yani herşey ego sorunuydu çözüldü. Merak etmeyin ölmedim karşınızdayım fakat bigeee bizi takip ettikleri listesinden çıkardığı için özellikle ona kırgınız bunu belirtmek isterim. Birde şu dışardan çocukların sesleri gelmese öff şeytan diyor al elektrikli testere...
Anladınız siz onu diye düşünüyorum. Bu aralar pek yazı yazamayacağım hepsini sıraya koyup birden yayılayacağım. İyi tatiller...

Twilight(Çıldırış Part 2)

Çıldırış yazılarımdan sıkılmış olabilirsiniz. Ama bu çıldırış bölümleri galiba testere filmleri gibi uzayacak gidecek. Twilight serisini duymuşsunuzdur. 3 kitabını okumuş biri olarak. Çanakkale'ye gittim. Almak için tabii. Satıcı depoda olduğunu söyleyince beklerim dedim. Fakat adam gidemeyeceğini başka bir zaman gelmem gerektiği söyleyince bütün umutlarım kırıldı. Üzüldüm. Hayır deliriyorum ya da çıldıracam. Bari oyungezer alayım dedim. Yok nasıl bir dergidir kardeşim ayın 10'unda çıkacak. Almam artık dedim. Ama yarın yine bakacam. Lanet olsun bu kadar olmaz. Şafak Vakti kitabını alamam ile birlikte sinir halindeyim. Bu gün parmağımıda kırdım. Galiba yavaş yavaş ölüyorum hasan...Bigeee... Alçılar sinirliyim.100 kişiyi değil 100 kişinin boğazından usturayla kan akıtsam yinede sinirim geçmeyeceğini düşünmekteyim. Gazetelerinin 3.sayfalarında yer alırım.Ne dersin hasan maşet yaparlar mı beni. Ennneeee goyunlar görmeye başladım. Goyuncuklar görüyommm. Ee başka ne oldu? Part 3 e mi bıraksam gerisi. To be counted... Sezon finali yaptım desem Xd. Tamam daha çok espiri bir yana ölüyorum.
Still Alive(Blog yazarı öldü)

Çıldırış

Oyungezer dergisi yokken çıldırmak üzeriyim kaç gündür kendim de saplantı haline getirmiş durumdayım. Her gün araştırıyor çıktı mı çıkmadı mı? Hayatım da takip ettiğim bir sürü dergi vardır. Fakat bu malesef en en geç kalanı oldu. Geliyor gidiyorum yok. Çokta süper bir dergi değil. Fakat mizah anlayışları ve anlam arayışları beni bu dergiyi takip etmemi sağladı. Yakında işşallah çıkar yarında zaten bulamazsan herhalde Level okuyacağım. En azında dağıtım şirketleri adam gibi zamanında her yere dağıtıyorlar. Çıldırıyorum,çıldırmaya devam ediyorum. Kötü yaklaşım yapmayın ya kendimi öldüreceğim ya sizi... Şaka bir yana asabilirim kendimi fakat ip acıtmaz mı boğazımı? Suda boğulmak olmaz insanların çoğu bunu tercih eder fakat su şefkatli bir ana kucağı gibi dursada en acılı ölüm biçimdir. En iyisi tüfek hızlı ve acısız bıçağın tam tersi ama ıssız bir yerde vurmalıyım ki kimsecikler görmesin beni o kadar çok rüya gören fakat bu kadar az yazan ben kendime şaşmaktayım. Neyse yarın size yazacağım...

Neden bu kadar ıssızım galiba sitelerle forumlarla ve dergilerle ilgilenirsen sosyal yaşamımı unutmaya başladım. Söz arkadaşlarıma sırf yarın vakit ayırmaya çalışacağım. Birde şu korkudan anlamayanlardan nefret ediyorum. Korku sitelerine üye olurlar. Çok biliyorlarmış gibi bir kaç yorum yaparlar sonra ise anlamadıkları çoğu konulara yorum yazmazlar salak ve koyun gibi gezinirler. Bilmiyorsan üye olma sadece ziyeretçi gibi izle kardeşim.

Nerdesin Melisa?

NERDESİN MELİSA?

Önsöz

Küçük hikâyelerde önsöz yapılmaz biliyorum farklı tatlar aramak farklar yaratmak istiyorum. Öncelikle bana bu yazarlık kulvarın da tek destek olan Melisa Aydın içindir. O olmasaydı belki de gücüm kalmamış olacaktı. Hayatın kocaman ağzı ve dişleri vardı. Melisa bunu biliyordu büyümüş olsa da biliyordu bunu. İnsanların yaşlandıkça bazı şeyleri göremediğini duyamadığını biliyordu. Vücudu büyüse de o bunu yapacaktı büyümeyecekti. Bunları ölene kadar görecekti ama ölümünün bu kadar yakında olacağını ölümün soğuk rüzgârının ensesinde dolanacağını bilemezdi. Annesi babasından yeni ayrılmış mahkeme de hâkim çocukları annesine vermişti. Ve melisa evet melisa she is fairtale… Peki ya yaşadıkları bir fairtale’mıydı. Fairtale şarkısını dinlerken düşünüyordu yaşadıkları akılını kaçırsa da o bu korkutucu fairtale’ye âşıktı. Bunu sağlayan hayatta en sevdiği kişiydi aslında babasıydı. Babasının Dario Argento sevgisi Dario Argento aşkıyla büyümesine vesile olmuştu. Evet fairtale o adamdı. Ve melisa o fairtale’de yaşamak istiyordu. Babasını özlüyordu belki de ama tek Dario Argento ona yaşama sevgisi veriyordu.

Ve bir gün ormanda kayboldu. Bu tehlikeliydi. Öle bilirdi. En iyi yaralanırdı. Onun hayatta taptığı 3 kişi vardı. Âşık olduğu Dario Argento Gözyaşları annelerinin tanrısı, Kurt ormanların tanrısı, Doğa Ana kaybolanların tanrısı… Peki ya şimdi ona kim yardım edecekti. Bırak beni orman diye Ferhat ederdi. Gideyim babamla yaşayayım o zaman…

Melisa Aydına teşekkürlerimle Mustafa Türkan…

Ve oyun zamanı…

Orman yürüyüşü annesi her cumartesi onları çıkardığı sıkıcı ve yorucu yürüyüş… Annesine göre onlara ders verecek bir yürüyüş aman ne komik… Ayaklarının bileklerini ovalayarak yürüyebiliyordu. Bir de küçük kardeşinin annesiyle dalaşmasını dinliyordu. Çok dik kafalı bir çocuktu kardeşi, lanet olasıca velet kapatmazsa çenesi İngilizce küfür bile edebilirdi. Beni unuttular bile yoldan ayrılıp şu ormanın içindeki kestirmeden gideyim hem biraz kafa dinler hem de onlara hemen yetişirim diye düşünüyordu Melisa. Ve hışımla ormanın içine daldı. Doğa ana ona bakarken ağlamaya başladı gökyüzünden. Melisa bilmiyordu ne kadar büyük bir tehlikenin ve vahşiliğin içine girdiğini birden karanlık çöktü. Ve kurt ormanın tanrısı gülerek yolları değiştirdi. Artık kestirme yoktu. Ve karanlık çöktüğünde bu derinliklerin tam ortasındaydı.

Onu koruyacak bir anne ve babası yoktu. Gözleri kapattığında Dario ona seslendi” Meleklerin meleği Melisa kurtulmak istiyorsan sezgilerinle yönünü bulmalısın, aklınla kendini savunmalısın, cesaretinle kurda karşı koymalısın. Hatırla filmlerimi yatıştır giderek artan kurt korkusunu o hayali senin beyninde o. Kendinle savaşmalısın Melisa. Artık yalnız değilsin” dedi. En ilkel duygularınla Melisa sadece güldü. Ve yürümeye devam etti. Sezgileri onun güvenmesi gereken güçlerinden biriydi. Ama o korkunç bir fairtale‘nin içindeydi. Kendinle konuşmaya devam etti “Herhalde sabaha ölmüş olurum. Bu gerçek değil sadece benim hayal gücüm” Melisa omuzlarındaki ağrıyı hissetmeye başladığında ağaçların içinden ona bakam yüzler gördü. Sert ve ifadesiz yüzler ona “ Ne oldu sert kız” diyordu. Melisa yere dökülen gözyaşlarını bırakarak koşuyordu. Dario onu kucağında taşıyordu. Melisa omzunda ağlayarak “Annemi kardeşimi istiyorum” diyebildiğinde Dario onu yere bıraktı. Melisa kendini yere bıraktı. Bu ağaçlar tekrar burada yolculuk boyunca ona eşlik etmişler. Doğa Ana “ Pes etmemelisin o koca popunu kaldır ve koş kızım koş” dediğinde kurt “Burası senin cehennemin bende zebaninim” diye bağırdı. Melisa koşuyordu. Koşuyordu. Melisa kusmaya başladığında Dario” Korkmak bir tavşan olma. Koş Melisa. Doğum gününde hediye edilen Opera’yı hatırla…”dedi. Melisa ağzını tutuyordu. Artık yavaşlamıştı. Topraktan çıkan örümcekler onu izlerken çığlığı basıyordu. Dario’nun sesi giderek zayıflıyordu. Artık kimsem yok diye düşündüğünde kurt yanında belirdi. “Melisa sorunun nedir?” dedi zevk alırcasına… Melisa kızgın bir ifade ile” Tanrı aşkına sus “ dedi. Melisa ormandan çıkamayacağına emin olana kadar gidecekti. Gözlerinden kan akmaya başladığında ağlayarak bir kadeh istedi. Doldurup içmek içindi. Kutrun deli kahkahaları beynini matkap ile deliyordu. Melisa bağırıyordu “ Daha fazla kusamam tanrım kusarsam beni öldürecek” dedi. Kurt dişlerini bilemeye devam ederek “Örümceklerim pek azgın koşma bırak tadına baksınlar” diyordu. Dario gitti ama elinde sonunda gelecek diye düşünüyordu. Kuşların aralıksız öttüğü bir mağaraya girdi. Koşmaya devam ediyordu. Örümcekler geri dönüyordu. Kurt “ İşler eğlendirici haller alıyor” dedi. Birden ciyaklamalar duyuldu. Kurt geri geri giderek” Duyduğun bu şey senin için geliyor kokunu aldı “ dedi. Ve Melisa’nın ayağına tekme attı. Melisa yere yıkıldı. Poposu acıyordu. O şey Kraliçe örümcekti. Yavaşça geliyordu. Dario bir kılıç fırlattı. Melisa son anda kaptı. Örümceğin gözleri yoktu. Dişlerini sürterek iğrenç sesler çıkartıyordu. Simsiyahtı 8 bacaklı eciş bücüş bir şeydi. Yeşil kulaklarını kaldırdı. Melisa hızla ayağa kalkarak kılıcı indirdi. Kanlar yüzünü oluk, oluk yıkarken bir çığlık attı. Ve yine koşmaya devam etti. Düşündü şimdi ölmek istemem bir kalbi sarmada, onunla sarhoş olmadan… Çobanyıldızı görmüştü. Sarhoş gibi koşuyordu. Yol göründü. Kendini dışarı attığında kanlar içinde yolda bir başınaydı. Birden kafasına dayalı bir silah gördü. Ağlayarak “ En azından denedim diyerek “ bağırdı. Ve silah ateşlendiğinde kafasından akan kanlara 5 saniye baktı ve gözlerini yumdu.

Oyunun Sonu

Hey dur oyun bitmedi. Böyle bitemez dedi. Hayır, melisa yatakta ağlayarak televizyona bakıyordu. Dario Argento dün akşam kafasından vurulmuş halde anayolda bulunmuş. Melisa o benim için öldü diye düşünürken hemşireler ona iğne vuruyordu. Gözleri kapandı.

Ormanlar gerçektir. Eğer tatilinizi orada yapacaksanız, yanınıza bir pusula ve harita getirin… Ve yoldan ayrılmamaya dikkat edin. Melisa’nın yaşadıkları gerçekten İngiltere’de bir kızın başına gelmiştir. Unutma bazı günler ayı yersin… Bazı günler ayı seni yer. Oyun sona ermiştir…



Hayatınızın Anlamı

Hayat, doğumla başlayıp ölümle sona erer. Dünyaya geldiğimizde bembeyaz temiz bir sayfayızdır. Annemizin içinde yaklaşık 36-37 derece sıcaklıktaki rahat yaşantımız, 23-24 derecelik dış dünyaya çıkar çıkmaz birden bire değişir. Üstelik doğumun zorlu ve travmatik bir süreç oluşundan ötürü dünyaya gelmek en sağlıklı doğanlarımız için bile sorunlu bir andır. Diğer bir deyişle, bembeyaz sayfa daha doğar doğmaz hemen kirleniverir, ancak bu daha başlangıçtır, çünkü aslında hayat hiçbir zaman beyaz değildir.

İnsan daha doğar doğmaz, hatta bazılarımız için daha doğmadan önce, sorunlarla karşı karşıya gelir, yaşamda kalabilmek için zorluklarla mücadele etmek zorunda kalır. Bu nedenle; insan, zorlukları aştıkça var olabilen bir varlıktır. Hal böyleyken insanın yaşam denilen oyunda ayakta kalabilmesi için dayanaklara ihtiyacı vardır. Bir insanın hayata sıkı sıkıya sarılıp yaşama devam edebilmesi için en büyük dayanağı kendisi ve hayatına kattığı anlamdır.

download part one mp3

Yaşama geldiğimiz andan başlayarak her daim kendimize bir anlam arayışı içerisine gireriz. İçinde yaşadığımız toplum, bizden önce hayata gelen üyeleri aracılığıyla bize pek çok hazır anlam kalıbı sunar. Pek çoğumuz bu anlam kalıplarını hazır bulmuşken kabul ederiz ve toplumun bize öğrettiği şekilde hayatımıza devam edip gideriz.

Ancak hayat söz konusu olduğunda bir kişi için doğru olan şey bir başka kişi için doğru olmayabilir. Diğer bir deyişle, hayatın herkes için farklı farklı anlamları olabilir, önemli olan kişinin hayatının anlamına kendisinin şekil vermesi ve bu anlamı sahiplenip içselleştirmesidir. Böylece birey en azından kendisine dayatılan anlamları bile kendi kattığı farklılıklar ile şekillendirip kişiselleştirebilir ki, bu da bireyin hayat karşısında daha güçlü dayanaklar edinmesini sağlar.

what does atarax look like

Anlam peşinde koşarken…

Düşünmenizi istiyorum, hayatınızın göğsünüzü gere gere seslendirebileceğiniz bir anlamı var mı? Hayatınızı kendinize amaç edindiğiniz bir hedefe ulaşmak için çabalayarak mı geçiriyorsunuz, yoksa öylesine boş boş yaşayıp gidiyor musunuz? Hayatın anlamının önemi böylesine ortadayken hala kendinize bir anlam yaratmadıysanız, kendinize bir amaç, bir hedef edinmediyseniz bir an öne harekete geçmenizde fayda var.

Ancak dikkatli olmanız gerekiyor; çünkü hayatınıza anlam katayım derken bazı tuzaklara düşme ihtimaliniz çok yüksek. Aşağıdaki altı başlık insanların hayatlarına anlam katma çabaları esnasında sergiledikleri farklı tutumlardan bahsediyor. Anlam arayışı içerisine girip sonu gelmeyen bir deryada boğulup kalmamanız adına her bir başlığı okumanızı ve hayatınıza anlam katayım derken aslında anlamsızlık deryasında boğulmamanızı tavsiye ederim.

You know I dreamed about you? For twenty nine years before I saw you.

Amerikadaki top 30 ilklerim, yeni tecrübelerim, yaşamım ve yalanlarım.

Bu dördü hep el eleydiler çünkü hayatımda

1 - Tenis oynamayı öğrendim. hatta tenis sporuna genel bir ilgi geliştirdim her yönüyle, turnuvaları takip etmekten aktif bir şekilde taraf tutmaya varacak bir yelpazede bir tenis var şu an. federer djokovic'e son rome masters'ta nasıl yenildi bilmiyorum, nadal-djokovic finali heyecan verici değil ki abi.
2 - Ömrümde ilk kez bir xbox 360, psp, ds, gba ve ps3 sahibi oldum, fakat gba ve 360'ım şu an yoklar, birini playntrade'de, birini craigslist'te sattım.
3 - Ömrümde ilk kez bir şey sattım. sonra bir şey daha sattım, parasıyla başka bir şey aldım, sonra başka bir şey sattım, bir şey daha aldım, bir şey daha sattım ve bir şey daha aldım sonra. (veya "amerikanın kullanılmış "entertainment products" endüstrisine nasıl aşık oldum")
4 - Shakespeare-yen ingilizceyi anlayabiliyorum artık. "to sleep, perchance to dream, ay, there's the rub" diyen hamlet'in hastası olabiliyorum rahatlıkla.
5 - Hayatımın filmini burada seyrettim.
6 - ömrümde ilk kez üzerine erimiş yağ dökülmüş patlamış mısırı star wars: clone wars filmine giderken yedim, film kötüydü ama patlamış mısır iyiydi.
7 - hayatımın albümünü burada dinledim.
8 - Ömrümde ilk kez bir laptop sahibi oldum, sadece yazmaya devam edebileyim diye aldım laptop'umu, ismini grace koydum, ben yazdım grace okudu, grace okudukça ben yazdım.
9 - 38 saatlik bir yolculuğa çıktım ve ömrümde ilk kez birinin nefesinde marijuana kokladım, ömrümde ilk kez bir otogarda yattım, aynı yolculukta ömrümde ilk kez öküz gibi yağan karın altında gidecek hiçbir yerim olmadan toplam altı saat boyunca dolaştım.
10 - Ömrümde ilk kez bi evsizle muhabbet kurdum, kafasına kravat bağlamıştı, saçı sakalı uzundu, ama felaket karizmatikti.(HAHAHA)
11 - Saçımı toplamayı öğrendim ve bunu takriben ilk kez saçımı topladım.(Kesmek Anlamında)
12 - Bu hayatta sahip olmayı umamayacağım kadar iyi bir hocam oldu, düşündüm, yazdım ve düşünmeye devam ettim biraz daha.
13 - Aşık oldum.
14 - Bir amerikan futbolu maçını baştan sona seyrettim, fakat tuttuğum takım kaybetti. damn you pittsburgh!
15 - Ömrümde ilk kez cheesecake, enchaladas, burritos, tacos, amerikan usulü üzeri a1 soslu biftek ve bilimum ismini hatırlamadığım meksika yemeği yedim.
16 - Ha tambien, puedo hablar espanol ahora.
17 - Hayatımda ilk kez bir çekle kol kola girip kanka pozu çektirdim, aynı çekle iki gün önce faşizm üzerine çok süper bir tartışma yaşamıştık üstelik.
18 - Gaming club'a üye oldum, diplomacy, battlestar galactica, intrigue, pandemic, last night on earth, betrayal at the house on the hill, bohnanza ve fantasy business gibi zilyon tane sofistike masaüstü oyunu oynadım, hepsinden deli gibi keyif aldım.
19 - Twitter ve facebook'u keşfettim. Sanırım facebook'u türkiyeye dönünce kullanmayacağım.
20 - Senelerdir bitiremediğim max payne 2'yi bitirdim. Ciddiyim felaket gurur duyuyorum bundan.
21 - Hayatımın kitabını burada okudum.
22 - Ömrümde ilk kez, bir evde, tamamen, üç gün boyunca yalnız kaldım. bağıra bağıra şarkı söyledim.
23 - Ömrümde ilk kez duşta dans ettim. Tavsiye ederim, fischerspooner'ın never win'inin benny benassi remixidir yani olay. i don't need to need you.
24 - Türk müziğine karşı olan tüm elitist zırvalarım sündü gitti resmen, kendimi duman, mor ve ötesi, luxus ve hatta müslüm gürses'in cover parçalarını dinlerken buldum. çektin gittin dinlemeden, bana bir şey söylemeden, hobaaa baba hoba.
25 - Ömrümün ilk büyük depresyonunu geçirdim, kimse yoktu yanımda. İyiydi.
26 - Büyüyünce ne olmak istediğime karar verdim. Daha ne kadar büyüyeceğim bilmiyorum, öküz gibiyim lan.
27 - Ama kilo verdim. A1 soslu biftek yedikten sonra bi daha sorun bunu bana hatta.
28 - Şehrimi ne kadar sevdiğime karar verdim, istanbulumu, ortasından yaşam geçen paramparça anrdojenimi özledim.
29 - İngilizcede sayfa sayfa paperlar yazdım ilk defa, türkçe kadar iyi yazamadığımı keşfettim, dilimi sevdim.
30 - ve tanrıya inancımı kaybettim, ilk defa tamamen.

Ne acayip di mi?

Kendimi tanıdım ben sanırım, tamamıyla, sadece.

everybody here is a cloud
we all walk around with a million faces
somebody turn the lights off
there's so much more to see in the darkest place
s