Bu Bir Kış gecesi Değil




"yazı yazmak, doğası gereği, yalan söylemekle iç içedir. bu zaten genel olarak kabul gören bir yaklaşımdır. benim daha da ileri götürerek savunmaya çalışacağım duruş, yazma eyleminin yalan söylemek dışında yaratıcı/kurucu/inşa edici herhangi bir vasfı bulunmadığını düşünmemdir. bir yazar, yalancı olmaktan öte hiçbir şey değildir. ve yazar, yalan söylediği sürece, her şeydir. bir kral, bir çöpçü, bir doğrucu, bir yalancı, bir belgeselci, bir kurgucu, bir aptal, bir zeki ve bir yazar'dır. bu kimliklerin hepsine sahip olabilir bir yazar, sadece ve sadece yalan söyleyerek. burada bahsedilen "yalancılık", sadece kurgu türlerinde eser veren yaratıcılar için geçerli değildir. kağıda dökülen her cümle, -türü ne olursa olsun- genetik buluşlar hakkında br makale, kürtajın serbest bırakılmasını savunan feminist bir bildiri ve hatta komünist manifesto, yalan söylemektedir. bunun nedenini marx'ın ve de tüm yazarların ahlaksız olmasında aramak aptallıktır. marx'ın yalancı olmasının nedeni, yazının doğasında saklıdır. bir kalem ve bir kağıt, bir daktilo, bir klavye ya da henüz karşılaşmadığım bir başka teknolojik aygıt, yazı yazan kişiye dünyanın en büyük gücünü verir. bu güç, sınırsız bir güçtür. bu güç, yaratmanın gücüdür ve yaratan insan, hayalgücü ve kullandığı aygıttan aldığı güçle tüm gerçekliği yeniden kurma kudretine sahiptir. burada, yazının paradoksal doğası devreye girer. sınırsız olduğu sanılan yazı yazma gücü, yazarı yalan söylemekle sınırlar. dünyanın, galaksinin, evrenin tüm heterodoks gerçekliğini cümlelere indirgeyen, onlar arasında ortodoks hiyerarşiler kuran, iddia eden -ki evrenin anlaşılmazlığı düşünüldüğünde, iddia etmek en büyük günah olmalıdır-; john'un beyninde aynı anda çalışan binlerce nörondan sadece birkaç yüzünün bir araya gelmesiyle oluşan bir düşünceyi "düşündüğünü" aktaran, aynı anda olan binlerce sevişmeden sadece ahmet'le ayşe'ninkine odaklanan; azaltan, küçülten, çarpıtan, siyah-beyazlaştıran ve bütün bunların farkında olan yazı, yalanların en büyüğüdür."
*****

bu yaz çok fazla deplase oldum. kış geldiğine göre artık ("bir kış gecesi eğer bir yolcu" adında bir blog açtım, normalde bu bile yeterdi kışın gelmesi için ama, bir de hava 20 derecelere düştü. kış geldi), bir döküm yapmak gerek. yaprakları kopmak için birbiriyle yarışan bir not defteriyle, şehirleri ve ülkeleri geçtim. gezdim, gördüm, yazdım. acıdan burkuldum, eğri büğrü oldum, yazdım. okudum, anlamadım, yazdım. okudum, "ben daha iyisini yazarım" dedim, yazdım. yapraklar uçtu, sayfalar dağıldı, cümleler birbirine karıştı. eve döndüğümde, ucu bucağı olmayan kelimeler, başı sonuna bağlanmayan sözler, kafa karışıklıkları ve yarısını kimbilir nerede bıraktığım, mavi bir defter kalmıştı. bütün bunlardan yeni bir anlam yaratabilmek için, bilgisayara aktarmam gerekiyordu yazdıklarımı. normalde erteleyeceğim, ders notlarımın arasında unutacağım, öteleyeceğim bu işi, "bir kış gecesi..." hızlandırdı sanırım.

bunun, birbirine bağlanan birkaç sebebi olabilir. yaz boyu, okuduklarımda ve yazdıklarımda, tek bir temanın etrafında gezindim. ya da şöyle demeli, okuduklarımı ve yazdıklarımı ben hep o tek temayla iliştirdim bir şekilde, belki ve çoğunlukla beceriksizce. "yazı", "yalan" ve "bir benlik inşa etmek" arasında, kelimelerden çizdiğim belli belirsiz bir alanda yaşatmaya çalıştım o temayı. belki de bu yüzden bu blog'un adı "bir kış gecesi eğer bir yolcu", belki de bu yüzden "varolmayan şövalye" tarafından yazılıyor. buraya yazılan yazılar, yazılara yapılan yorumlar, yorumlara verilen cevaplar, link verilen "ötekiler" ve kullanılan resimlere arasında, anlatılamayacak ama bazen hissedilebilecek, kelimelere dökülemeyecek ama okunabilecek bir ilişki var ve bu ilişkide, işte o temayı buluyorum. şöyle formüle edebilir miyiz: bu blogdaki her şey yalan bir benliğin inşasına katkıda bulunuyor, ve bir kış gecesi eğer bir yolcu, çoğunlukla yazılardan oluşuyor.
hayır.
yeterli değil.
unutulmaması gereken şey,

bu bir pipo değil.


*****

"kendimden nefret ettiğim anlar oluyor. kendimden başka hiçbir şey olamadığım anlar. en büyük eserim, ben'in, işlevini kaybettiği, aynı anda zeki, yakışıklı, kültürlü, etkileyici, kıvrak, seksi, yetenekli olamadığım, yalancılığımı bir önceki sahnede unuttuğum, sadece ve sadece kendim olarak kaldığım anlar. hamlet'i tutkuyla oynayan bir oyuncunun, tam da "olmak ya da olmamak" demesi gereken anda, "ben iktidarsızım." demesiyle karşılaştırılabilecek bir gerçeklik kayması, gerçekliğe dönüş, yaratıcılığın sonu..."

1 yorum:

karahilal dedi ki...

Bu blog yok aslında, bu yazılanların hepsi yalan gerçek olan ne? şimdi kafam karıştı...Kimim ben nerdeyim :)Her bir karışıklıkta bir benlik arama neden biz değil...

Yorum Gönder